29 Ağustos'ta 2014'te, Uefa Avrupa Ligi grup kuraları belli olacak ve Brugge'de sonlanan maceramız başlayacaktı. Kuraların çekilmesiyle belirlenen grubumuz olacakların habercisiydi. Yunanistan, İngiltere ve Sırbistan gibi çekici deplasmanların yer aldığı grupta tabii ki en göze çarpan 'Belgrad Deplasmanı' oluyordu. Kuradan birkaç saat sonra ilk adım olarak uçak biletleri alındı.
Ülkemizden alıştığımız "Deplasman yasağı olacak mı?" sorusu akılları kurcalarken, maçtan 9 gün önce deplasman biletlerinin satışa çıkarılacağı duyuruldu. Tam da biletlerin çıkacağı gün aynı statta Sırbistan - Arnavutluk maçı oynandı. Gergin geçen maçta, stat üzerinde uzaktan kumandalı helikopter Arnavutluk bayrağı dolaştırınca ortalık karıştı ve maç da yarıda kaldı.
Bunlarla birlikte Partizan tribünü de forumlarında tehditler savuruyor, özellikle Kalemegdan Parkı çevresinde gezilmemesi konusunda Beşiktaş taraftarlarını uyarıyor, aynı zamanda 'çok sevgili' medyamız da bu deplasmanın ne kadar tehlikeli olduğuyla alakalı haberler yapıyordu. Gelişmeler Beşiktaş tribününü korkutmak yerine daha da hırslı hale getiriyordu. Biz de maçtan 2 gün önce Belgrad'da yerimizi aldık. Yaklaşık 2 saatlik polis kontrolünün ardından şehre adımımızı atabildik.
8 Kişilik hostel odasında 5 kişiydik ve dünyanın en ilginç insanlarıyla karşılaşacağımızdan habersizdik. Sadece ilk gece odada kalan ve 1 birayla sarhoş olan Japon dostumuz Miyuki, Müslüm Gürses'in Nilüfer şarkısını açtığımızda, bunu daha önce dinlediğini iddia edip kendinden geçmişti.
2 arkadaşımızın da katılmasıyla beraber odada 7 kişi olduk. Miyuki de yerini yıllar boyunca unutmayıp torunlarımıza anlatacağımız Slovenyalıya bırakmıştı. Bağdaş kurarak uyuyan, sadece portakal ve peynirle beslenen, garip meditasyonlar yapan ve kendisinden sadece yaşadığı ülkeyi öğrendiğimiz adam bizi huzursuz ediyordu. Bir gece odaya girip bu şekilde uyuduğunu görünce ipler iyice koptu.
Sırf bu yüzden bütün vaktimizi hostel dışında geçirirken Belgrad sokaklarında da gariplikler peşimizi bırakmıyordu. Tuna Nehri kenarında güzel bir hatıra fotoğrafımız olmasını istemiştik. Sonuçta fotoğraf yerine bu tweet ortaya çıktı.
Başımıza gelenleri şimdi düşündüğümde deli işi geliyor. Maçtan 1 gün önce Partizan - Banvit maçı vardı. Ortamı görelim, tribünleri nasılmış bakalım diye atladık gittik maça. Otobüsten inip salon önüne geldiğimizde herkes bize bakıyordu. Etrafa ufak bir göz gezdirip en tehlikesiz grubu seçtik ve bileti nereden alacağımız sorduk. Onlara yaklaşırken 'Nerelisiniz derlerse ne diyeceğiz?' sorusuna, kaytan bıyıklı dostumuz 'Kanada' cevabını verdi. Neden? diyecek vaktimiz yoktu.
Grubun yanına gittiğimizde ilk tepkileri "Türkler geldi!" oldu. Ve sorular art arda gelmeye başladı. "Nerelisiniz?" sorusuna verdiğimiz cevap kahkahalara sebep oldu. En güzel ve en şaşırtıcı soru ise "Ceddin deden neslin baban do you know?". Gülmemek için kendimizi zor tutarken can alıcı o soru geldi ve artık yapacak bir şeyimiz yoktu; "What is your name?". Beraber gülmeye başladıktan sonra bizimle konuşan Sasha problem olmadığını, Beşiktaş tribününden arkadaşları olduğunu söyledi ve bize birkaç isim saydı "Asabi Sedat, Karagumruk Ramo, Anil Tuncay". Kahkahalar eşliğinde nereye gittiğini bilmediğimiz bir otobüse binip oradan ayrılıyoruz. İstanbul'a döndüğümüzde hayatımızı kurtaran Sasha'nın bu videodaki arkadaş olduğunu öğreniyoruz.
Buluşma yerine gittiğimizde etraf sessizken, Jugoslavija Otel'de olanların da gelmesiyle ortalık şenleniyor, Sava Center adeta Şairler Parkı'na dönüşüyordu.
Maça az süre kala gelen otobüslerle stada gidiyoruz. Stada vardığımızda çok farklı bir aramayla karşılaşıyoruz. Küçük taburelere oturtulup iç çamaşırlarımıza kadar aramalar yapılıp, beyaz atletler dahil stada sokulmuyor. Aynı zamanda pankartlar da tribüne alınmıyordu. Bu fantastik önlemin sebebinin "Arnavutluk bayrağı açılacak" iddiası olduğunu öğreniyoruz.
Güvenlik işi abartınca maç başlamasına rağmen stada giremeyen arkadaşlarımız oluyor. Veli'nin attığı enfes golden 10-15 dakika sonra Beşiktaş tribünü tam anlamıyla stattaki yerini alıyor ve bu kadar aramaya rağmen içeri sokulan meşalelerle tüm dünyaya gücünü gösteriyor.
Sahada takım adına her şey çok rahat ilerliyordu. Tribünde ise alkolün ucuzluğu, havanın yağışlı olması ve bulunduğumuz yerin sahaya uzak oluşu performansı epey düşürüyordu. Bunların dışındaki en büyük etken ise, takımları geride olmasına rağmen hiç susmayan, bizim tribünün eski halini gördüğüm Partizan taraftarıydı. Haklarını vermek lazım. İlk yarının son saniyesinde gelen Demba Ba'nın golüyle takım daha da rahatlıyor, ikinci yarının başında gelen Oğuzhan'ın golüyle de 3 puanı garantilemiş oluyorduk.
Bu harika futbola Gökhan Töre'nin de golü eklenince net bir skor ortaya çıkmıştı. Avrupa'nın en zorlu deplasmanlarından sayılan Belgrad'da, tribün olarak kendimizi kanıtlayıp, 3 puanla İstanbul'a dönüyorduk. Geriye de bu güzel anılar kalıyordu.
Maçı tekrar izlediğimde, o dönem oynadığımız futbolu ne kadar özlediğimi fark ettim. Paslaşmalar, takımın birliği vb. şuan maalesef zerre kadar yok. Özellikle Cenk oyuna girdikten sonra, takımın ne kadar istekli bir oyun oynadığı çok net görülüyor. Gökhan Töre'nin oyundan çıkarken Partizan tribünü tarafından alkışlanması da her şeyi özetliyor.
Maçın Geniş Özeti
Maçın Tribün Özeti
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder